Sayfalar

29 Nisan 2012 Pazar

FİDANKA




Sessizliğin içindeki çığlık belki burası… Bir nevi yaşanmışlıkların haykırışı… Alabildiğine yeşil, mavi, turuncu, rengarenk… İçinizdeki duyguların yansıması belki de Fidanka Otel…

Baharın doğayla en büyük hazzını yaşadığı bir mayıs günü çıktık yola bu kasvetli şehirden. Otobüsle vasıtasıyla yaptığımız uzun bir yolculuk sonrası, hep hayalimizde canlandırdığımız o eski roma şehirlerine taş çıkaran güzellikteki yerdeydik. Kalkan’da…

Rezervasyon yaptığımız oteli aramaya koyulduk. Çok sade, güzel, insanın kaybolası gelen sokaklara sahip bir yer burası. Gördüğümüz insanlar ağırlıklı olarak yabancı turistlerden oluştuğu için oteli bulmamız biraz zaman alıyor. Tabi beldenin güzelliğini keşfetme arzusu da bizi alıkoymuyor değil. Otelin güleryüzlü çalışanları bizi bulunduğumuz yerden alıyor konaklayacağımız yere götürmek üzere.

Kapıdan adımımı attığım andaki duygularımı ifade edebilmek güç… Hayal dünyası gibi bir yer… Sanki düşler fabrikası…. Ahşap ve çiçek aromasının muhteşem buluşmasına karşın burnum hayretler içindeyken, gözlerim bu rengarenk mekana alışmaya çalışıyor. Minik balkonlu odamıza geçtiğimize ise şaşkınlığım bir kat daha artıyor. Bu yeri nasıl olur da bu kadar geç keşfettiğimiz düşüncesi sinirlerimi bozuyor az da olsa… İnsan doğanın bir parçası olduğunu hatırlıyor, o mekanik dünyadan sıyrılıp böyle bir dünyaya adım attığında...

Balkonumuza çıkıp yaslanıyorum minderime, mavilik, yeşil, binbir renk çiçekler etrafımı sarmış durumda. Bedenimi saran huzurla kapıyorum gözlerimi, elimin üzerine bir böcek konuyor. O kasvetli şehirde, o şehirli (?) insanların içinde olsam, çığlık atıp, terlikle üzerine basmıştım çoktan. Fakat şimdi sanki benim parçam gibi hissediyorum… Bırakıyorum,gezinsin üzerimde diyerek izin veriyorum doğaya… Hiç bu kadar insan olduğumu hissetmemiştim..


Akşamüzeri havuz kenarına iniyoruz gün batımını izlemek üzere… O kızıllığın içinde yudumluyoruz çayımızı, elimizde ‘Shakespeare’den Soneler’.. Sanırım hayatın anlamlandığı yerdeyiz şuan… Otelin hoş, mütevazi bir kitaplığı da mevcut. Küçük biblolar, vazolar, eski fotoğraflar eşliğinde hem de. ‘Ev gibisi yok’ dedirtecek cinsten… Ertesi gün kahvaltıda bir şey çekiyor dikkatimi. Oturduğumuz üzeri camla kapatılmış ahşap masanın içine minik minik motiflerle işlenmiş taşlar yerleştirmişler. Uzanıp alası geliyor insanın… Rica ediyoruz ve bizi kırmayıp bir tanesini hediye ediyorlar. Otel çalışanları bir o kadar samimi ve sevecen… Oturup muhabbet ediyoruz,buraya kanım daha çok ısınıyor. ‘Eve dönmek’ cümlesi saçma ve manasız gelmeye başlıyor kulağıma…Zaman kavramı değişsin istiyorum sırf bize özel… Fakat gitme vakti geliyor artık, gezilecek çok yer var daha… Fidanka serüveni burada sona eriyor yavaş yavaş… Otelde güleryüzünü, doğallığını bizden esirgemeyen bir teyzemiz var, tam bir Akdeniz hanımı… Kapıdan çıkmak üzereyken koşuyor peşimizden, ‘bana veda etmeden mi gidiyorsunuz?’ diyor elinde bir çiçek buketiyle. Gitmekle kalmak arası biryerlerde dolaşıyorum o an. Lakin vedalaşıp ayrılıyoruz. Heredot’un tabiriyle ‘yıldızlara en yakın yer’in güzel sokaklarında ilerliyoruz o köhne otogara doğru…

Düşüncelere dalıyorum yolculuk esnasında… İnsan olmayı, insan gibi yaşamayı hangi kavramlarla karıştırdığımızı düşünüyorum. Nelere sevinip, nelere üzülürüz? Nelerle vakit harcarız? Ne için koşuşturup dururuz? Yapmamız gereken mi budur yoksa yapmak zorunda kaldığımız mı? ‘İnsanca Yaşamak’, Aslında bizler için yaşamanın çok da ‘basit’ olduğu bu dünyada ne kadar da zor… Özümüzü farkına varamadan kaybetmek bu olsa gerek…
                                                                                   
                                                                                                                   melike